Ayasofya yüzyıllardır kutsal kabul edilen bir yerdir. I. Constantinus (Konstantin), MS 325 yılında buradaki bir pagan tapınağının temelleri üzerinde bu kilise birçok kez yenilendi ve genişletildi. Kilisenin 532 yılında Nika Ayaklanması sırasında çıkan yangınla harap olmasının ardından İmparator I. Justinianus’un daha büyük bir hayali vardı. İmparatorluğu eski ihtişamlı günlerine döndürmek isteyen imparator dünyanın en büyük kilisesini inşa etmeye karar verdi.
I. Justinianus, kiliseyi tasarlamaları için Anthemios ve İsidor adındaki iki meşhur matematikçiyi görevlendirdi. Altı yıl sonra 537 yılında “kutsal bilgelik” anlamına gelen Ayasofya’nın inşası tamamlanmıştı. Muazzam kubbesi devrimci bir tasarımın ürünüydü ve bir milenyum boyunca dünyanın en geniş kubbesi olarak kaldı.
İnanılmaz tasarımına rağmen yüzyıllar boyunca insanda huşu uyandıran kiliseye iyi davranmadı ve daha sonraki imparatorlar kendi isimlerini kalıcı kılmak için onarım ve yenilemeleri fırsat bildiler. Bu imparatorlardan bazıları önemli eklemeler yaptı. Örneğin Justinianus’tan sonra tahta çıkan II. Justinus kilisenin duvarlarını mozaiklerle kaplattı. Ne var ki her imparator sanatla çok ilgili değildi. İmparator III. Leon 726 yılında, iç savaş sonrasında dini ikonları yasakladı ve bu ikon yasağı (ikonoklazm) 842 yılına kadar devam etti. Bu dönem boyunca ülkedeki bütün kiliselerde ikonlar tahrip edildi.
Bizans İmparatorluğu yavaş yavaş çökerken yerini İslami Türk beyliklerine bıraktı. Bu tehdit batıdaki Hristiyan devletleri Haçlı Seferleri düzenlemek ve kutsal toprakları geri almak için harekete geçirdi. Haçlı Seferleri uzun vadede başarılı olamadı, hatta Konstantinopol’ün Fatih Sultan Mehmet tarafından 1453’teki fethini hızlandırdı. Ne mutlu ki II. Mehmet Ayasofya’nın güzelliğine hayran kalmıştı, Osmanlı’nın başkentini Konstantinopol’e taşıdı. Ayasofya camiye dönüştürüldü ve içindeki Hristiyan sanatının örneklerinin ya üstü kapatıldı ya da yerlerini hat sanatı eserlerine bıraktılar. Ayasofya’nın güzelliği yeni nesil Osmanlı sanatına ilham verecekti. Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yıkıldığında laik Türkiye kuruldu.
Ayasofya Mimarisi
Daireyi Kare İçine Almak
Ayasofya’ya güzelliğini veren şey mimarlarının devrimci bir şekilde uçsuz bucaksız bir iç mekân yaratmasıydı. Bu da kubbelerin iki yarı kubbe üzerine inşa edilmesiyle sağlanmıştı. Bunu yapmak için daireyi kare içine almak, yani dairesel bir kubbeyi kare bir temele oturtmak gerekiyordu. Ayasofya bu tekniğin kullanıldığı ilk yapılardan biriydi. Seraf adı verilen altı kanatlı melek resimleri hâlâ Ayasofya’nın dört pandantifini süslüyor.
Dış Süslemeler
Dört minare, Osmanlı’nın 1453’teki fethini takip eden yıllarda ayrı ayrı eklendi. 60 metre uzunluğundaki minareler muhteşem mermer zeminin üstündeki kubbenin en yüksek noktası olan 55,6 metre yüksekliğindeki kümbetten daha da yüksekte duruyor.
Bir İnşaat Mucizesi
Bir mühendislik harikası olan Ayasofya, inşaatına başlandıktan 5 yıl sonra tamamlanmıştı. Fakat 20 yıl sonra kubbe çökmüş ve bugün gördüğümüz destek kirişleri kiliseyi inşa eden mimarın yeğeni tarafından onarım sırasında eklenmişti.
Hristiyan ve İslam Füzyonu
Hem Bizanslılar, hem de Osmanlılar farklı zamanlarda dini mozaikleri kaldırarak tasvir içermeyen hat ya da geometrik şekillerle süsleme yaptılar. Kubbenin içindeki hat sanatı muhtemelen bir Bizans mozaiğinin üstünü örtüyor. Kısmen ayakta kalmış Deisis mozaiği muhtemelen 13’üncü yüzyılda yapılmıştı ve Bizans mozaiklerinin en eski örneklerinden biri olduğu düşünülüyor.
İmparatorluğun Gücü
Kubbenin üzerinde yükseldiği her yarım kubbeyi 17 metre uzunluğundaki porfir sütunlar destekliyor. Kendilerinden önceki Romalılar gibi Bizans imparatorları da imparatorluğun rengi olan erguvan renginde olduğu ve nadir bulunduğu için porfir türü mermere çok önem verirdi. Fakat porfirin baskı altında kırıldığı bilindiği için Ayasofya’nın porfir sütunları yüzyıllar boyunca bronz kelepçelerle güçlendirildi. Sütun başlarında Justinianius’un monogramı kazılı.
Doç Dandolo’nun Mozolesi
Ayasofya Ortodoks kilisesi olarak kuruldu. Venedikliler tarafından 1204’te düzenlenen 4’üncü Haçlı Seferi’nden sonra Konstantinopol’ün işgal edilmesiyle Katolik kilisesine dönüştürüldü. Ayasofya, kenti 1261’de Haçlılardan temizleyen Bizanslılar tarafından bu tarihte yeniden Ortodoks kilisesine dönüştürüldü. Osmanlılarca 1453’te camiye dönüştürülen Ayasofya 1934’te Mustafa Kemal Atatürk tarafından müze yapıldı. (11 Temmuz 2020’de Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti.) Haçlı Seferi’ne katılan Venedik’in 41’inci doçu Dandolo burada gömülü.
İnşa Edilmiş En Büyük Tapınak
Bugün bile antik kubbesine huşuyla bakan birinin, Ayasofya’nın büyüleyici mekânı ve yüzyılları kapsayan tarihi karşısında nefesi kesilir. Bizans İmparatoru Justinianus’un Ayasofya’yı Kudüs’teki ilk mabetle karşılaştırarak “Süleyman seni geçtim” dediği söylenir.
İmparatorun Kapısını Çalmak
Ayasofya’nın yedi metre yüksekliğindeki en yüksek kapısı aslında Justinianus ve maiyeti için ayrılmıştı. Bizans kronikleri meşeden ve bronzdan yapılan kapının Nuh’un gemisinin ahşabından üretildiğini yazar. Kapının üstündeki mozaikler 9’uncu ya da 10’uncu yüzyılda yapılmıştır ve İmparator VI. Leon’un Hz. İsa’nın önünde diz çöküşünü tasvir etmektedir.
Mermer Küpler
İki büyük mermer küp Ayasofya’nın girişinin iki yanında duruyor. Helenistik döneme tarihlenen küpler yekpare mermer kütlesinden yontulmuş. İçinde su bulunan bu küpler aslen Roma’nın pagan döneminde “lustratio” adı verilen arınma ayinlerinde kullanılıyordu. Bergama’da bulunan küpler Ayasofya’ya Sultan II. Murat döneminde getirildi.
Hat Sanatı
Osmanlılar zamanla kendi sanat ve hatlarını ekledi. İlk kez 1651’de konulan büyük hat levhaları 1847-1849 yılındaki tamirinde değiştirildi. Bu hat levhalarda “Allah”, “Hz. Muhammed”, ilk dört halife ile peygamberin torunlarının isimleri yazılı. Altında ise müezzin mahfili bulunuyor.
Kaynak: Osmanlı İmparatorluğu (Tempo)