Göbeklitepe’ye ilişkin bildiğimizi düşündüğümüz bazı konular hala tartışılıyor. Bu konuların başında Göbeklitepe’nin bir kült alanı olduğu yolundaki görüş geliyor.
Bilindiği gibi Göbeklitepe’deki anıtların bir tapınma kültürünü işaret ettiği yolundaki görüş, arkeoloji ve tarih dünyasındaki hakim paradigmayı oldukça sarsmıştı. Arkeolojik verilerle desteklenen bu paradigmaya göre avcılık ve toplayıcılıkla geçinen topluluklar, tarım ve hayvan yetiştiriciliği sayesinde yerleşik düzene geçmişler, inanç kurumları da bu dönemde ortaya çıkmıştı.
İnsanın tarım yapmaya ve buna bağlı olarak yeni bir yaşam biçimini geliştirmeye başladığı dönem neolitik çağ olarak adlandırılıyor. Göbeklitepe’nin bulunmasının, bu paradigmaya gerçekte önemli bir darbe indirdiği düşünülüyordu. Çünkü Göbeklitepe’de bulunan T şeklindeki dikilitaşlar dünyanın ilk mabedi olarak tanımlandı. Bu ise tarıma henüz geçmemiş ve ağırlıklı olarak toplayıcılık ve avcılıkla insan toplulukları döneminde de inanç yaşayan kültürünün var olabileceği yolunda görüşlerin seslendirilmesine yol açtı.
Göbeklitepe konusunda çalışan uzmanlar ise bu konuya oldukça ihtiyatlı yaklaşıyorlar. Örneğin Göbeklitepe Araştırma ve Kazı Koordinatörü ve Almanya Arkeoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Lee Clare, Göbeklitepe’nin işlevinin bir tapınak olarak belirlenmesinin oldukça problemli olduğuna değiniyor.
Tapınak teriminin “Tanrıların ve eğitimli bir ruhban sınıfının varlığını varsaydığını” söyleyen Clare’ye göre tapinaklar aynı zamanda ekonomik gücün de ortaya çıktığı alanlar. Clare, “Bu yorum İÖ 10 ve 9’uncu bin yıllarında yaşayan taş devri toplulukları için tamamen gerçek dışıdır. Bu tür ‘tapınak ekonomileri’ en azından geç kalkolitik / bronz çağına kadar ortaya çıkmıyor” görüşünü savunuyor.
T Şeklindeki Dikilitaşlar
Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Jens Notroffa göre de Göbeklitepe’nin bir kült alanı olarak yorumlanması biraz sorunlu: “Bu yapıların tapınak olduklarını öne sürmek, bu terimi nasıl tanımladığınıza bağlı. Yine de tarihsel olarak tapınak konsepti, oranın tanrı ya da tanrıların evi olmasını öngörür. Erken neolitik için ise henüz böyle bir karmaşık din olgusu sunamıyoruz.”
Notroff, bu görüşlerine ek olarak, “arkeologların, anlamlandırılamayan buluntu ve öğeleri çoğunlukla ve bazen de kolaya kaçarak ‘ritüel olarak nitelendirdiğine” dikkat çekiyor. Notroff, “Kutsal ve dünyevi olanın iki keskin kutup olarak ayrılmasının da modern batılı bakış açısının bir ürünü” olduğu görüşünde.
Bu durumda Göbeklitepe’de bulunan T şeklinde dikilitaşları nasıl yorumlamalıyız? Notroff bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “El, ayak ve giysi kabartmalarıyla, Göbeklitepe’nin karakteristik T biçimli dikilitaşları belirgin şekilde antropomorfik (insan biçimli) özelliklere sahip ve bunlar anıtsal heykeller olarak yorumlanabilir. Bu soyut üsluba sahip, yüzsüz, devasa boyutlardaki betimlemeler, aynı döneme ait gerçeğe uygun boyuttaki natüralist heykellerden farklı bir sınıfta değerlendirilebilir.”
Başka bir ifadeyle, Notroff’a göre Göbeklitepe’de farklı bir “şey”le karşı karşıyayız: “Fırat’ın Suriye sınırlarında bulunan Mureybet ve Jerf el Ahmar ile Türkiye’de Dicle havzasında yer alan Nevali Çori ve özellikle Çayönü gibi Göbeklitepe’nin çağdaşı yerleşimler sayesinde, bu dönemdeki yerleşim mimarisini tanıyoruz. Dolayısıyla Göbeklitepe yapılarının bu bahsettiğimiz yerleşimlerden farklı olduğunu görebiliyoruz.”
Dr. Lee Clare, Göbeklitepe’nin bir tapınak olmamasının burada keşfedilen T biçimli dikilitaşların çok özel olduğu gerçeğini değiştirmediği görüşünde: “Gerçekten de bu dikilitaşlar, dünyanın herhangi bir yerinden bildiğimiz en eski anıtsal yapılar arasında. Elbette, işlevleriyle ilgili olarak, anıtsallıkları ve biyografileri ile işaret ettikleri gibi; topluluğun ritüel geleneklerinde önemli bir rol oynamış olmalılardı. Bununla birlikte. yapılar, yalnızca sosyal toplantılar için alanlar değil, hayvan, insan ve bunlarla ilişkili sayısız sembolizm tasvirlerinin önerdiği gibi, yerel gelenek ve kimliğin fiziksel ifadeleri olarak da önemli işlevlere sahip olmalıydı.”
Clare, Göbeklitepe’nin “Şanlıurfa bölgesinde yaklaşık 11 bin yıl önce var olan tüm T biçimli dikilitaş ağındaki bir yerleşim yeri” olduğuna da dikkat çekiyor. Elbette Göbeklitepe’de yaklaşık 20 yıldan bu yana yapılan araştırmalar önemli bulgular ortaya koymakla birlikte, Göbeklitepe hakkında köşeli tanımlarla konuşmanın oldukça uzağındayız henüz. Clare’ye göre elimizdeki bulgular ışığında son 20 yılda site çevresinde ortaya çıkan paradigmayı (Göbeklitepe’nin ritüelistik bir yer olduğu konusundaki paradigma) yeniden değerlendirmeye ihtiyacımız var.
Başka bir söyleşisinde Dr. Clare, Göbeklitepe’nin hem bir toplanma yeri hem de kültürel merkez olduğuna dikkat çekiyor: “Göbeklitepe’nin bir toplanma merkezi olduğuna inanıyoruz ama burası sadece bir toplanma merkezi değil, aynı zamanda da bir kültürel merkezdi. Burada çeşitli faaliyetler yapılıyordu. Yani dikili taşlardaki hayvanlarla anlatılmak istenenin, buranın avcılığın toplanma merkezi olduğuna işaret ettiğine inanıyoruz. Yürüttüğümüz çalışmalar buna daha fazla açıklık getirmek için.”
Jens Notroff da Göbeklitepe’nin nasıl tanımlanması gerektiği yolundaki soruya oldukça ihtiyatlı bir yanıt veriyor: “Yaklaşık 20 yıldır süregelen kazı ve araştırmalar sayesinde, Göbeklitepe hakkındaki algımız buranın bir çeşit buluşma noktası olduğu yönünde. Çevrede dolaşan çeşitli avcı gruplar için bir çeşit toplanma merkezi. Bölgede bulunan taş alet, plak ve benzeri aletlerin dekoratif unsurlarındaki benzerliklere dayanarak yaklaşık 200 km çapında bir toplama/avlanma havzasından bahsedebiliriz. Burası bölgede düzenli bir buluşma ve takas alanı olmalıydı.”
Kaynak: How It Works