Darwin bile gözün evrim ürünü olduğunu düşünmekte zorlanıyordu ama adım adım giderseniz zamanla göz evrimi daha anlamlı gelmeye başlıyor.
En basit düzeyde, göz dediğimiz şey güneş ışığına tepki veren pigment yamaları ya da benekleridir. Bu pigmentler düz bir yüzeydeyse sadece aydınlığı ve karanlığı ayırt edebilir. Ancak çukur bir yüzeye yerleştirirseniz ışığın hangi yönden geldiğini de anlayabilirsiniz.
Bu çukurları biraz daha derinleştirir ve giriş kısmını kapatırsanız ışığın girişini kısıtlayan ve gerçek görüntüler oluşturan bir iğne deliği kamerası elde edersiniz. Bu iğne deliğini şeffaf bir hücre katmanıyla kaplayıp çukuru da sıvıyla doldurursak, içindeki kristallerden bir mercek oluşturabiliriz. Bu mercek de odaklamamıza yardım ederek görüntüyü daha da netleştirecektir.
Bu küçük adaptasyonların her biri bir organizmaya, yaşadığı çevrede küçük bir avantaj sağlayabilir. Yırtıcıları daha uzaktan saptamak veya daha etkili biçimde avlanmak gibi. Birçok nesiller boyu adaptasyon seçilir ve türün göz biçimi ağır ağır değişir.
Artan Karmaşıklaşma
Eğer dikkatli bakarsanız insan gözünün basit versiyonlarını doğada görebilirsiniz.
Benek: Öglena gibi tek hücreli organizmaların ışığa duyarlı pigmentler içeren ve aydınlığı ya da karanlığı ayırt eden ” göz benekleri” oluyor.
Çukur: Yassı solucanların çukurların içine gömülü pigment benekleri var ve bu, ışığın yönünü belirlemelerini sağlıyor.
İğne Deliği Kamerası: Girişi hafifçe kapanmış daha derin çukurlar, birer iğne deliği kamerası oluşturarak nautilus gibi hayvanların görüntüleri görmesini sağlıyor.
Mercek: Şeffaf hücreler gözün önündeki açıklığı kaplıyor ve içeride basit bir mercek yapısı oluşuyor. Salyangozların gözleri bu biçimde.
Kompleks Kamera: Zaman içinde küçük geliştirmeler bir araya gelerek, ahtapotların ya da insanlarınki gibi karmaşık kamera yapılı gözler oluşturuyor.
Kaynak: How It Works