Gerçek kamuflaj, desenli kıyafetlerin ve yüz boyasının ötesinde bir şeydir. Milyonlarca yıl süren evrim, doğayı ve içindeki her şeyi biçimlendirmiştir. Hayvanların çok büyük bir kısmı düşmanlarından saklanmak, hatta burunlarının dibinde gizlenmek için birtakım mekanizmalar geliştirmiştir.
Saptanmayı önlemenin başlıca yollarından biri, çevreyle aynı renkte olmaktır. Buna gizleyici renklenme denir. Kutup ayıları buzların arasında fark edilmez, yeşil bukalemunlar da ağaç yaprakları arasından neredeyse ayırt edilmez. Birçok hayvanın renginin yaşadığı ortamınkiyle aynı olması boşuna değil. Bir hayvanın erken ölümü, genlerini bir sonraki nesle aktaramaması demektir. Yavru yapacak kadar uzun yaşayanlar, aynı genetik artılara sahip nesiller doğurur. Doğal seçilim böyle işler ve her yeni nesilde türler daha da kuvvetlenir.
Buzlarda yaşayan bazı hayvanlar karlar eriyince beyaz tüylerini döker. İzlanda’nın tek endemik kara memelisi olan kutup tilkisi, yazları koyu ve volkanik manzarayla mükemmel derecede uyumludur. Ancak gezegen son yüzyıllarda büyük değişimlere uğradığından bazı hayvanların kamuflajı artık demode kalıyor. Çoğu yavru fok, evrimleştikleri Kuzey Kutbu karlarına uymak için bembeyazdır. Bazı fok türleri kutup bölgelerinde kalsa da birçoğu soğuk bölgeleri terk etti; buna rağmen hala kürkleri beyaz.
Eğer ayak uydurmak size göre değilse belki de şaşırtıcı renklenme hoşunuza gidebilir. Yüksek kontrastlı desenler gözün hayvanın dış hatlarını saptamasını zorlaştırıyor ve çoğu uzman bunun arka plana uymaktan daha iyi bir kamuflaj olduğunda hemfikir. Örneğin zebralar kalın çizgilerini, avcıları birden çok biçimde şaşırtmak için kullanıyor. Bir aslan, zebranın hangi yöne baktığını anlayamayabiliyor ve bu da şeritli hayvana bir saniyelik avantaj sağlıyor. Alternatif olarak, bir grubu gözlemleyen avcı hangi hayvanın nerede başlayıp nerede bittiğini kestirmekte zorlanıyor. Bu da saldırısını iyi nişanlamasını önleyerek zebranın sağ salim oradan kaçmasını sağlayabiliyor.
Avcılar da aynı numarayı kullanıyor. Sırtlanların koyu renk benekleri, biçimlerini uyanık avlardan saklamaya yarıyor. Avlanma olasılığı yüksek hayvanlar milyonlarca yıl içinde tehlike sinyallerine karşı tetikte olacak biçimde programlanmış olsalar da sırtlan ya da Afrika yaban köpeği gibi hayvanlar koca bir sürüye, bir tek hayvanı bile uyandırmadan yaklaşabiliyor.
Kimi hayvanlarsa desenlere yavruyken ihtiyaç duruyor. Bebek tapirlerin vücutları ve bacakları parlak, krem rengi şeritlerle kaplı. Anne ise, kendini bu türün zaten az sayıda olan doğal avcısına karşı koruma ihtimali yeni doğmuş bir yavruya göre yüksek olduğundan tek renkli. O yüzden de yavru tapir daha güvenli bir yaşa gelince çizgileri kayboluyor.
Çok geniş bir yelpazedeki hayvanlar, mimikri yani taklit yöntemiyle aslında olmadıkları bir şeye benziyor. Bunun bariz bir örneği, eşekarısı gibi sarı siyah şeritlere sahip olan süprüntü sineği. Avcılar uyarı şeritlerine sahip sineklerden uzak duruyorlar. Süprüntü sinekleri de bu sayede, kaza eseri göz önünde durduğu halde sağ kalmayı başarmış.
Bir de Batezyen taklit var. Bunda hayvanlar daha tehlikeli ya da tadı daha kötü bir türü kopyalayarak sağ kalıyor. Zararsız kızıl kral yılanı, avcılara yem olmamak için, zehirli mercan yılanlarını taklit ediyor. Çok lezzetli olan kral naibi kelebeği, tadı iğrenç olan kral kelebeğini taklit ederek kuş saldırılarından korunuyor. Dişi sahte kırlangıç kuyruk kelebeği, biçim değiştirerek yerel ve zehirli kelebeklere benzeyebiliyor. Bu türün erkekleriyse bu özellikten yoksun. Sebebini kimse bilmese de, hem erkeğin hem dişinin farklı bir türe benzemesi durumunda bu hayvanların birbirini tanıyamayacağı düşünülüyor.
Fakat taklitçiler yalnızca başka hayvanları kopyalamıyor. Yaprak kuyruklu gekolar ve orkide peygamberdeveleri, avladıkları böceklere yaklaşabilmek için bitki numarası yapıyor. Madalyonun ters tarafına baktığınızda, tuhaf görünümlü potoo kuşu gibi bitki taklitçileri karnı aç bir etçili kandırmak için ağaçların ya da tahta direklerin tepesine tüneyip tüylerini kabartarak vücudunu üstünde durduğu şeyle aynı kalınlığa getiriyor. Böylece, yanından geçen bir etçil neyin ağaç neyin lezzetli bir kuş olduğunu anlayamıyor.
Bazı hayvanlar da taklidi sırf hayatta kalmak için kullanıyor ve kendilerini gizlemek için farklı yaklaşımlar benimsiyor. Örneğin ön iki bacağını anten gibi kullanarak karıncaları taklit eden 300 farklı örümcek türü var. Bunlar ön bacaklarını anten gibi sallayarak etrafını keşfe çıkmış böceklere benziyor ve hatta avlarının güvenini kazanmak için tıpkı onlar gibi yürüyor.
Bazı türler de kendilerini dünyaya karşı korumak için bedenlerini fiziksel olarak kaplıyor. Mesela dekoratör yengeçlerin kabuğu, cırt cırt benzeri küçük dişlerle kaplı. Bu kabuklu, okyanus bitkilerinin arasına karışmak için, anemon ve sünger parçalarını sırtına monte ediyor ve bu moda gösterisi sayesinde deniz canlılarının sırtına yerleşip yaşamasını bile sağlayabiliyor. Kimi dekoratör yengeçler bu işi bir adım daha ileri taşıyarak sırtlarına zehirli algleri yapıştırıyor ve bu sayede, kimliği açığa çıksa bile bir B planına kavuşuyor. Çoğu diğer yengeç gibi bu hayvan da kırılgan kabuğuna sığamayacak kadar büyüyünce kabuk değiştiriyor. Sonra da eski kabuğundaki süslerini alıp yeni kabuğuna takıyor.
Papağan balıkları avcılardan saklanıp uyuyabilmek için mukustan bir kese yapıyor. Fakat bunun tersi de olanaklı. Yani bazı avcı hayvanlar da avlarını gafil avlamak için kimliklerini gizleyebiliyor. Katil böcekler buldukları döküntüleri, hatta bazen de ölü böcekleri vücutlarına yapıştırıp avlarının güvenini kazanıyor. Adından da anlaşılacağı gibi tam birer katil olan bu hayvanların ısırığı, insana bile aylarca acı çektirebiliyor.
Bir de hayatta kalmak için gerçekten yaratıcılık kullanması gereken kamuflajlı canlılar var. Zulu mavi kelebeği ve Roodepoort bakır kelebeğinin tırtılları, karınca kolonilerinin arasında yaşıyor. Bunlar kanatsız arkadaşlarına hiç mi hiç benzemeseler de, karınca larvalarıyla aynı kimyasalları salgılayabiliyor. Bu da civardaki karıncaların bakıcılık içgüdüsünü tetikliyor. Yaklaşan karıncalarsa aç tırtıllara yem oluyor.
Kaplan güveleriyse hayalet sesler yaratarak yarasaları oyuna getiriyor. Bu böceklerin yumuşak vücutları, avlanan yarasaların ekolokasyon çağrılarını emiyor ve güveler, yarasa sonarının uzaktan gelen yankısını taklit eden sesler çıkarıyor. Bir insan yarasayla güve arasındaki farkı kolayca anlayabilir ama yarasalar sese o kadar bağımlı ki hangi yankının gerçek olduğunu kestiremiyor.
Sürüngenlere gelince, ölümcül şişen engerekler kendi kokularını bastırarak, kokuyla avlanan hayvanlardan saklanıyor. Kimyasal kripsis adıyla bilinen bu hayati beceri, yılanın mirket ya da firavun faresi gibi kokuyla avlanan avcılardan kurtulmasını sağlıyor. Bu engereklerin kokularını nasıl engellediği bilim insanları için hala merak konusu. Yılanlar çok düşük metabolizmaya sahip olabiliyor, çok seyrek nefes alıyor ve hatta uyurken nefesini tutabiliyor. Abartılı gibi gelebilir ama şişen engereklerin her yıl sağ kalma oranı yalnızca %40. O yüzden de hayata tutunmak ve üremek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bütün gece nefesini tutmak, bir gün daha yaşamak için küçük bir bedel.
Kaynak: How It Works
İlginizi Çekebilir