Bizi besleyen, onaran ve uğrumuzda savaşan mucizevi sıvı kanımız nasıl çalışır ?
Akyuvarlar : Bakterileri bulup yokeden, virüslere karşı antikor üreten akyuvarlar ya da diğer adıyla lökositler bağışıklık sistemimizin en iyi silahı.
Trombosit : Bu yapışkan hücre parçaları etkinleştiklerinde pıhtılaşma sürecinde başrol oynuyor Trombositler yaranın ağzına yapışarak kan akışını engelliyor, sonra da fibrinojen adlı proteinle işbirliği yaparak kan hücrelerini hapseden küçücük ağlar örüyor.
Alyuvar : Eritrosit adıylada bilinen kırmızı kan hücreleri vücudun nakliyat sistemini oluşturuyor. Vücudun tüm canlı hücreleri akciğerden oksijen taşıyor. Atık olarak çıkan karbondioksitleri geri götürüyorlar.
Kan Damarı Çeperi : Atar ve toplar damarlar 3 doku katmanından oluşuyor. Elastik doku, bağ doku ve sempatik sinir sisteminin sinyalleriyle kasılan düz kas lifleri.
Granülosit : Akyuvarın en sık görülen çeşidi olan granülosit, kanda dolaşarak işgalci bakterileri sarmalıyor ve sindiriyor. Bu süreçte kendiside genelde ölüyor.
[minima-alerts alert_color=’primary’ alert_header_text=”]”Alyuvarlar kanın en temel işlevini yerine getirdikleri için sayıca çoktur.”[/minima-alerts]
Kanın Bileşenleri
Kan katılarla sıvıların bir karşımıdır. Son derece özelleşmiş hücrelerden ve protein bakımından zengin bir sıvıda (plazma) asılı parçacıklardan oluşur. Karışımda alyuvarlar ağırlıklıdır. Bunlar canlı dokulara oksijen taşır, karbondioksitleride akciğere geri götürür. Her 600 alyuvara 1 akyuvar düşer ve bu akyuvarlarda 5 çeşittir. Trombosit denilen hücre parçaları ise pürüzlü yüzeylerini damar çeperlerine yapışarak pıhtılaşmayı başlatmada kullanır.
Kan bir yaşam nehridir. Kan dışarıdan bakıldığında yoğun, homojen bir sıvıyı andırsa da aslında suya benzer. açık sarı renkli, protein bakımından zengin bir sıvı olan plazmadan oluşur; akyuvar, alyuvar ve trombosit adı verilen milyarlarca mikroskobik katı barındırır. Ayrıca bunların dağılımı da eşit değildir. Kanımızın yarısından fazlası plazma, %45’i alyuvar ve ancak %1’den küçük bir kısmı akyuvar ve trombosittir.
Alyuvarların bukadar çok olmasının sebebi, kanın temel işlevini yerine getirmesidir. Bu işlev, vücuttaki her hücreye oksijen taşımak ve karbondioksiti uzaklaştırmaktır. Yetişkinlerin tüm alyuvarları kırmızı kemik iliğinde, yani uzun kemiklerin şişkin uçlarında ve kalça ya da kaburga gibi düz kemiklerin merkezinde bulunan süngersi dokuda üretilir. Alyuvarlar kemik iliğinde hemositoblast adı verilen vasıfsız kök hücreler halinde yaşama başlar. Vücudumuz oksijen taşıma kapasitesinde bir azalma fark ederse böbrekler bir hormon salgılar, bu da kök hücreleri tetikleyerek alyuvara dönüştürür.
Kana kırmızı rengini veren
Alyuvarların ömrü 120 gün olduğu için bu reverv sürekli yenilenir ve her saniye yaklaşık 2 milyon alyuvar üretilir. olgun bir alyuvarın çekirdeği yoktur. İki günlük bir gelişim sürecinden geçip hafifçe içbükey, simide benzer bir biçimde son halini alır. Alyuvarlar büyük oranda sudan oluşur. Katı maddelerin %97’si ise dört adet demir atomu taşıyan kompleks bir protein olan hemoglobindir. Bu demir atomları hem oksijenle hem de karbondioksitle gevşek, tersine bağlar oluşturur. (zayıf mıknatıslara benzetebilirsiniz.) Oksijenlendiğinde parlak kırmızı renk alan hemoglobin kana o karakteristik kızıl rengini verir.
Akyuvarların çoğu tıpkı alyuvarlar gibi kırmızı kemik iliğinde üretilir ama tek tip olan alyuvarların aksine, her biri belli bağışıklık işlevine sahip beş farklı türü vardır. Bunların ilk üçüne denir. Bunlar bakterileri, parazitleri sarmalayıp sindirir, alerjik reaksiyonlarda rol oynar. Diğer akyuvarlardan lenfositler ise bedenimizin daha önce karşılaştığı saldırganlara bağışıklık oluşturmasını sağlayan antikorları üretir. Akyuvarların en büyüğü olan monositler ise oran dokusuna girdikten sonra makrofajlara, yani kötü bakterileri sindiren ve ölü alyuvarları yararlı parçalarına ayıran mikroplara dönüşür.
Trombositler ise aslında hücre değil de kemik iliğinde bulunan çok daha büyük kök hücrelerin küçücük parçalarıdır.