Yakın zamana kadar nükleer sığınaklara Soğuk Savaş dönemi antikaları gözüyle bakılıyordu ve birçoğu da gerçekten öyle. Ancak (şu an biraz yumuşamış olsa da) Kuzey Kore’yle ABD arasındaki gerilim yüzünden, bu serpinti sığınakları artık o kadar da gereksiz görünmüyor. Bu yazımızda nükleer sığınakların dünyasına iniyor, özellikle de savaş zamanı askeri ve hükümet görevleri için tasarlanmış büyük kontrol merkezlerine bakıyoruz.
Nükleer savaş tehdidi İkinci Dünya Savaşı’yla Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılması arasındaki dönemle ilişkilendirilse de, nükleer sığınakların geçmişi daha eskiye gidiyor. Birinci Dünya Savaşı dendi mi, akla hemen siper mücadelesi gelir fakat Flanders’taki cephede sadece siperler değil, yeraltı komuta merkezi, sığınak ve erzak / cephane depoları da kazılmıştı.
İçindekileri konvansiyonel bir bombadan koruyan bir sığınağın tasarımı çok da zor değildir. Doğrudan isabet almadığı sürece, sığınağın üstündeki birkaç metrelik toprak, genelde yaralanmaları önlemeye yeter. Ancak nükleer saldırılar karşısında koruma sağlayabilen sığınaklara baktığımızda iş değişiyor çünkü nükleer patlamanın sonuçlarını düşününce, çıta çok daha yükseliyor.
Her şeyden önce, bir konvansiyonel bombanınkinden çok daha güçlü olan bir patlama kuvveti var. Bir nükleer patlama, saatte 1.000 kilometreyi aşan bir rüzgar şeklinde, muazzam güçte bir şok dalgası yaratır. Buna, uçuşan döküntülerin ve yıkılan binaların tehdidi de eklenir.
Fiziksel patlamayla eş zamanlı olarak aşırı yoğun bir termal radyasyon patlaması da gerçekleşir. Bu da çok geniş bir alanda yangınlar çıkarır ve bombanın büyüklüğüne bağlı olarak, sıfır noktasından (bombanın patladığı yerden) 10 kilometre ötedeki insanlarda bile ağır yanıklara yol açabilir. Fakat nükleer patlamanın anlık etkisi aslında sadece bir başlangıçtır.
Nükleer patlamalarda gamma ışınları, alfa ve beta parçacıkları, nötron ve aşırı radyoaktif maddeler ortaya çıkar. Patlama, yerden kalkan maddeleri de bir mantar bulutu biçiminde taşır ve bunlar da nükleer materyallerle kirlenir. Sonra bunların hepsi, adına “serpinti” (fallout) denen bir süreçte tekrar yüzeye yağar.
Daha ağır, daha tehlikeli döküntüler birkaç dakika içinde düşerken, serpintinin daha küçük ve çıplak gözle görünmeyen zerreleri, solunduğunda insanın akciğerlerine gidecek kadar küçüktür ve çok ciddi yaralanmalara yol açabilir. Patlama genelde yerden birkaç kilometre yüksekte gerçekleştiği ve bu küçük parçacıklar havada haftalarca kalabildiği için, patlamanın gerçekleştiği bölge ve muhtemelen çevresindeki yüzlerce kilometrelik alan, çok uzun bir süre insanlara zararlı olabilir.
Demek oluyor ki nükleer sığınakların insanı yalnızca güçlü bir patlamadan değil radyasyondan da koruması ve aylar, belki de bir yıl boyunca (civar bölge insanların yaşayabileceği hale gelene kadar) izole bir yaşamı desteklemesi gerekiyor.
Nükleer sığınakların, özellikle de askeri ve hükümet amaçları için kullanılanların iletişim becerisi de olmalı. Bir sığınağın, böyle bir olaya karşı korunmamış tüm elektronik aygıtları bozabilen EMP’ye (Elektro Manyetik Darbe) karşı da koruma sağlaması lazım.
Nükleer saldırıya dayanıklı bir sığınak yapma önerileri 1979’da, Amerika’nın Oak Ridge Ulusal Laboratuvarı tarafından yayımlandı. Genel konuşmak gerekirse patlamaya karşı dayanıklılık yeterince koruma sağlayarak (muhtemelen önce sığınağı kazmak ve sonra, üstünü örten toprak yığınının ağırlığını taşıyacak kemerli bir çatı yapmak) mümkün olacak.
Bu toprak örtüsü radyasyon riskine karşı da iyi koruma sağlıyor. Öneride özellikle kapı üstünde duruluyor ve kapının patlama dalgalarını, patlama rüzgarını, aşırı basıncı, patlamanın taşıdığı döküntüleri, yanan sıcak tozu ve serpintiyi geçirmemesi gerektiği söyleniyor. Tünellerin mümkün olduğunca labirent gibi tutulması da bunlardan sığınağa giren radyasyonu azaltmak için tavsiye ediliyor.
Patlamanın anlık etkisinin dışında, uzun süreli yaşam alanı için de öneriler getirilmiş. Bu, aylar boyu ve hatta daha çok dayanacak yiyecek stoklamak ve yeterince su depolamak anlamına geliyor. Hava kaynağı da bir sorun çünkü bunun için hava pompa ve filtre sistemleri şart.
Ayrıca güç üretimi ve elektrik dağıtım şebekesinin güvenilmezliği yüzünden, elle çalıştırılabilirlik de önemli. İkinci Dünya Savaşı hava taarruz sığınakları sivilleri korumayı hedefliyordu ama Soğuk Savaş nükleer sığınakları askeri ve yönetim amaçlı tasarlanmış çok daha büyük tesisler.
Subterranea Britannica tarafından derlenmiş 700’den fazla artık kullanılmayan tesisin listesi, bunların ulusal ve bölgesel savaş odaları, sivil savunma, iletişim tesisleri (radyo iletim istasyonları ve telefon santralleri dahil), su sağlama, merkezi ve yerel hükümet, savaş uçağı komuta merkezi ve radar gibi birçok farklı amaca hizmet ettiğini gösteriyor. Benzer bir yaklaşım ABD’de Cheyenne Dağı Tesisleri’nde de izlenmiş ve bu örneklerden sadece biri.
Bu dev sığınakların nükleer tehdit anında nasıl kullanılacağını bilmek ilginç olurdu ama bilgiler kısıtlı. İngiltere Kraliçesi’nin Buckingham Sarayı’yla Heathrow Havaalanı arasında rutin olarak izlediği yol güzergahını içeren bir taşınabilir belleğin keşfinin kopardığı kıyamete bakarak, acil durum planlarının ne kadar gizli olduğunu hayal etmek mümkün. Ancak 11 Eylül 2001’de New York, Virginia ve Pennsylvania’ya düzenlenen terörist saldırılar sırasında Beyaz Saray’daki sığınağın nasıl kullanıldığından hareketle birkaç sonuca varabiliriz.
Raporlara göre, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, potansiyel tehlikenin farkına varan Gizli Servis tarafından Beyaz Saray’daki ofisinden alınarak, yine Beyaz Saray’ın Doğu Kanadı’nın altında bulunan Başkanlık Acil Operasyon Merkezi’ne (PEOC) götürüldü. Bu tesis hem güvenli bir sığınak hem de ABD Başkanı ve diğer kritik yetkililer için bir iletişim merkezi görevi üstleniyor. Fakat bu alışılmadık bir durumdu çünkü olay olduğu sırada Başkan Bush, Florida yolculuğundaydı. O yüzden George W. Bush, üç F-16 savaş uçağı eşliğinde Air Force One uçağıyla havalandı ve saldırıya verilecek tepkiyi “Havadaki Oval Ofis”ten koordine etti.
Birçok ülkede nükleer sığınaklar askeri ve hükümet operasyonlarının sürmesine izin vermek amacıyla yapılıyor. Bazı ülkelerdeyse nüfusun büyük bir kısmına güvenli bir barınma olanağı sağlıyor. 1960’lardan bu yana, inşa edilen her binanın bir serpinti sığınağı olmasını şart koşan İsviçre bunun en uç örneği. Dolayısıyla nüfusun %100’ü şu anda ya kendi sığınaklarında ya da sivillerin korunması için tasarlanmış büyük ölçekli tesislerde barınabiliyor. Diğer ülkelerde bu derece bir hazırlık garanti edilemiyor ama bu da insanları önlem almaktan caydırmıyor.
Bireysel nükleer sığınak üreten bazı şirketler 2018’in her ayında, 2017 yılında aldıkları toplam siparişten fazlasını aldıklarını belirtiyor. Üstelik de bu sığınaklardan bazıları, izole olarak geçirdiğiniz aylar boyunca lüks sunacak biçimde hazırlanmış. 1,5-4 milyon doları gözden çıkarırsanız nükleer saldırı etkilerine karşı korunmuş, sineması, kapalı yüzme havuzu, spa, tıp merkezi, bar, spor salonu ve kütüphane barındıran bir yeraltı tesisinde kendinize bir daire satın alabiliyorsunuz.
Kaynak: How It Works