Uzayda Yaşam

Uzayda yaşamak insan vücudunun karşılaşabileceği en zorlu zihinsel ve fiziksel sınav. Uzayda olma deneyimini Dünya‘da yeniden yaratmak neredeyse olanaksız. Astronotların buna en yakın tadabileceği şey sualtında çalışmak ama o deneyim bile yörüngeye ya da ötesine yapılan ilk yolculuğunkinden çok farklı.

Uzayda “aşağı” ve “yukarı” yok, o yüzden de algısal reseptörlerin büyük kısmı işe yaramaz hale geliyor. Su gibi maddelerse Dünya‘dakinden çok daha farklı davranıyor. Peki, o zaman astronotlar buna nasıl göğüs geriyor ve uzayda yaşam nasıl bir şey?

Yuri Gagarin‘in 1961’de Dünya dışına çıkan ilk insan olmasından bu yana uzayda yaşam büyük oranda değişti ve gelişti. Gagarin, 108 dakikalık uçuşunun tamamını bir uzay kıyafeti içinde geçirmişti. Oysa günümüzde astronotlar evde giydikleri şort ve tişörtlerle görev yapabiliyor. İlk uzay istasyonu olan Rus Salyut’ta (fırlatılış yılı 1971) astronotlar dondurulmuş yiyecek yiyor ve istasyonda sadece kısa süreli kalıyorlardı.

Şimdilerdeyse Uluslararası Uzay İstasyonu‘ndaki astronotlar pizza ve köri yiyebiliyor, araçlarının birçoğunu tekrar tekrar kullanabiliyor ve yüzlerce gün yörüngede kalabiliyorlar.

Uluslararası Uzay İstasyonu‘ndan önce uzayda yaşamla ilgili çok sayıda soru işareti vardı. Mirand ve Skylab gibi ilk uzay istasyonlarındaki prosedürler ve donanım şu ankine göre çok ilkeldi. Her şeyden önce, astronotların bir vantilatörün yakınında uyuması gerektiği anlaşıldı; yoksa boğulma riskiyle karşılaşıyorlar. Zira onlar uyurken sıcak hava ağırlıksız ortamda yükselmiyor. Havalandırma kötüyse astronotlar dışarıya verdikleri karbondioksitten bir balonun içinde kalıyorlar. O yüzden de havaya sürekli taze oksijen verilmesi gerekiyor.

Yıllar içinde uyku yöntemleri de değişti. NASA‘nın Uzay Mekiği’nde duvara bağlı uyku tulumlarında uyuklayan astronotların şimdi UUİ‘de kendi küçük kompartımanları var. Uyumak da kolay değil: Dünya etrafında saatte 24.945 km hızla döndüklerinden UUİ’de astronotlar her 90 dakikada bir gündoğumu ve günbatımı görüyor. O yüzden de saatleri Greenwich zamanına ayarlı ve astronotlar günlerini Dünya‘daki gibi yaşıyor. Günde sekiz saatten fazla mesai yapıyor, hafta sonları zamanlarını istedikleri gibi geçiriyorlar fakat yine de UUİ’nin sağ salim kalması için yapılması gerekenleri yapıyor ve deneyleri gözden geçiriyorlar.

Uzayda yaşam sadece insanlar için zor değil, hayvanlar da güçlük yaşıyor. Örümceklerin ağırlıksız ortama nasıl tepki vereceklerini görmek için 1970’lerde NASA‘nın Skylab uzay istasyonuna örümcek götürülmüştü. Hayvanlar yönlerini yitirse de ağ örmeyi başardılar ama ağları biraz tuhaftı.

Dünya‘dan uzaya gönderilen ilk canlı hayvan olan Laika adlı köpek daha da ünlü. Ne yazık ki Laika yörüngede öldü ama ağırlıksızlık deneyimiyle başarılı biçimde başa çıktığı söyleniyor. En azından hayvanların uzayda sağ kalabileceğini ispatladı ve bu da Gagarin’in daha sonraki görevinin ve gelecekte uzaya yapılacak tüm insanlı seferlerin temeli oldu.

İnsan günde 0,9 kg oksijen tüketir ve 2,7 litre su içer. O yüzden de UUİ‘deki yaşam destek sistemlerinin havadaki yoğunlaşmış nemi ve idrarı arıtıp yeniden kullanması gerekiyor. Çoğu zaman bu sıvılar elektrolizle ayrıştırılarak taze oksijen üretiyor. Ne var ki suyun hepsini yeniden kullanmak mümkün değil. Bu yüzden de astronotlar istasyona kargo taşıyan düzenli ikmal araçlarına bel bağlamak zorunda.

Bu görevler yıllardır farklı uzay araçları tarafından yapılıyor. Örneğin Ruslar UUİ‘nin kuruluşundan beri Progress uzay araçlarını kullanıyor. Amerikalılar ise Temmuz 2011’de emekliye ayrılana kadar Uzay Mekiği ile ikmal yapıyordu. ESA’nın Otamatik Aktarım Aygıtı ATV beş kez, Japon HTV Kounotori beş kez, Amerikalı SpaceX Dragon sekiz kez ve Amerikalı Orbital ATK Cygnus da dört kez UUİ‘ye ikmal yaptı.

Bu araçlar istasyona taze yiyecek, giyecek, su ve ekipman taşıyor. Kargo teslim edildikten sonra astronotlar 5.896 kilogramı bulan atıkları araca dolduruyorlar, sonra atmosferde yanıp parçalanması için araç Dünya‘ya gönderiliyor. Bunlar astronotların uzayda yaşama ayak uydurduğu birçok noktadan sadece birkaçı.

Uluslararası Uzay İstasyonu‘nda geçirilen zaman arttıkça ağırlıksız ortamda çalışma becerimiz de artacak. Uzay ajanslarının durup dinlenmeden sarf ettikleri çaba sayesinde,2030’larda bir asteroide ya da Mars‘a insan gönderme düşüncesi giderek başarılabilir bir hedefe dönüşüyor.

Kaynak: How It Works

Yorum yapın